Savaş, doğal afet, kıtlık ve salgın dönemlerinde, Doğu’suyla Batı’sıyla tüm insanlık, tarih boyunca büyük imtihanlar vermiş; açlık, yokluk, hastalık, ölüm gibi ağır bedeller ödemiştir. Her toplum; bu durumla bir şekilde mücadele etmek ve yaşamını sürdürebilmek için değişik sosyal organizasyonlar oluşturmuştur. Toplumun can ve mal güvenliğinden sorumlu olan bu organizasyonların en gelişmişi ise devlettir. Devletler, para basmaktan, askerî operasyon düzenlemeye, sağlık, yargı, eğitim ve güvenlik hizmeti sunmaktan sanat, spor, bilim alanlarıyla ilgili yasal düzenleme yapmaya dek birçok yetki ve sorumluluğa sahiptir. Bu sorumluluklarını da pek tabiî olarak kendisine emanet edilmiş, halkın vergilerinden oluşan devlet hazinesinden karşılayarak yerine getirmektedir. Her şey buraya kadar normal ve olumlu görünmektedir. Peki, devletleri yönetenler (atanmışlar, seçilmişler ya da darbeciler), bu (y)etkilerini halk için değil de halka karşı kullanacak olurlarsa şayet, halkların ve toplumların haklarını söz gelimi demokratik, monarşik ya da teokratik olarak yapılanmış devlet idaresine karşı kim savunacaktır? Bu misyonu, her türlü zorluğuna rağmen kim üstlenecektir? Bu yaman suale verilecek cevap tabiî ki “aydın”lardır. Çağlar boyunca Doğu’da nebiler Batı’daysa filozoflarla temsil bulan bu misyon, modern zamanlarda, aydınlara (entelektüel, aktivist, düşünür, münevver, kanaat önderi, âlim vb.) düşmüştür. Bu minvalde, savaş çığırtkanlığı ve mülteci karşıtlığının zirve yaptığı günümüz dünyasında, aydınlara birilerinin sorumluluklarını hatırlatması gerekmektedir. Elinizde tuttuğunuz bu kitap, 28 Şubat Dönemi’ni merkeze alarak işte tam da bu amaçla kaleme alınmıştır.
Bu web sitesinde çerez kullanımına izin vermektedir. Web sitesinde gezinmeye devam ederek, bu kullanımı kabul etmiş sayılırsınız. Çerez politikası ve Gizlilik Politikası hakkında detaylı bilgi almak için lütfen ilgili yerlere tıklayınız.