Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na girmiş ve yenilmiştir. Bu yenilginin bedeli, devletin varlığı ve milletin istikbalinin kaybedilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu varlık-yokluk ikileminden var olmaya devam edecek bir çıkış yolu aranması ve gündeme gelen çıkış yolları bakımından farklı kesimler değişik siyasetleri benimsemişlerdir.
Öncelikle İttihat ve Terakki iktidarı ve topyekün İttihatçılar, devleti savaşa sokarak mevcut sorunların yaşanmasına sebep oldukları için muhalifleri tarafından siyasette ve vicdanlarda mahkûm edilmişlerdir. Bu kesimlere göre İttihatçılar cezalandırılarak İtilaf devletlerinin hoşgörüsü kazanılmalı, İngiltere’nin himayesinde yapılabilecek makul bir barış anlaşması ile sınırlı ve zayıf da olsa devletin varlığı korunmalıydı. Kurtuluşun tek yolu bu siyasetti.
Bu yaklaşımın kurtuluşu sağlayamayacağına inananlar, Milletin kaderinin galiplerin merhametine bırakılamayacağını düşünenler ise kurtuluş için başkaca yollara yönelmişler, “Ya istiklal Ya Ölüm” parolasıyla yola çıkmışlardı. Bu grup içinde hatırı sayılır İttihatçı da vardı. Ilımlı siyaset taraftarı mandacı, himayeci, saltanatçı ve hilafetçi kesimler, İstanbul yönetimi önderliğinde, “Ya İstiklal Ya Ölüm” yaklaşımının işgallere sebep olduğunu, kabul edilebilecek şartlarda bir anlaşmanın imzalanmasını engellediğini iddia etmekteydiler. Osmanlı son dönemlerinde gündeme gelen “devleti kurtarma” siyasetindeki Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük gibi siyasi akımlar ve farklı tercihler, Mütareke dönemine aktarılmıştı.
İkinci Meşrutiyet sonrasında devletin kaderine hükmetmiş olan İttihat ve Terakki çevrelerinin Türkçülük siyasetini benimsemeleri, Osmanlıcı ve İslamcı muhalifleri tarafından eleştirilmiştir. Kuvvacılar (İttihatçılar), Türkçülük yaparak imparatorluğun dağılmasına sebep olmakla suçlanmışlar, mevcut durumda devleti ve milleti kurtarma konusundaki faaliyetleri gerçekçi ve samimi bulunmamıştı. Millî Mücadele organizasyonu, İstanbul çevrelerinde Halife Sultan, İttihatçı düşmanlığıyla tanınmış hükümetler ve entelektüel yazar-çizer takımı tarafından “başıbozuk”, “isyancı”, “eşkıya” olarak nitelendirilmişti.
Mevcut badireden çıkmak için Halife Sultan önderliğinde İslam çatısı altında toplanılması tek çıkar yol olarak gösterilmiş, İttihatçılar ve İttihatçılık üzerinden millîlik ve Türkçülük eleştirilmiştir. Fetvalar ve bildirilerle “Bolşevik”, “eşkıya”, “günahkâr” olarak vasıflandırılmışlardı.
Bu eserde, Osmanlı Devleti’nin Mondros Mütarekesi’ni imzaladığı (30 Ekim 1918) tarihten, Büyük Taarruz Zaferi’nin kazanıldığı (30 Ağustos 1922) tarihe kadarki süreçte, İstanbul-Ankara arasında yaşanan, din olgusunun ağırlıklı olarak kullanıldığı, meşruiyet ve egemenlik (Ümmetçilik-Milliyetçilik) mücadelesi incelenmiştir.
Bu web sitesinde çerez kullanımına izin vermektedir. Web sitesinde gezinmeye devam ederek, bu kullanımı kabul etmiş sayılırsınız. Çerez politikası ve Gizlilik Politikası hakkında detaylı bilgi almak için lütfen ilgili yerlere tıklayınız.